top of page

Kuantum Mekaniği 2

  • orbistheorematis
  • 3 Şub 2016
  • 13 dakikada okunur

Yo Dawg...

StartFragmentNiels Bohr’a göre Kuantum Teori’si karşısında şok olmayan kişi bu teoriyi anlamamıştır. Zamanın tersine simetrisi nasıl ki zaman kavramımızı yıkarsa dolanıklık da uzay kavramımızı öyle yıkar. Peki nedir bu uzay kavramımızı yıkan dolanıklık? Birlikte yaratılan iki şey dolanık’tır. İki elektronu ele alalım. Birini evrenin öteki tarafına gönderelim ve ona herhangi bir şey yapalım, diğer elektron ise yapılan bu şeye karşı cevap verir. Hem de anında…… Bu cevabın verilmesi için ya iletişim sonsuz hızda gerçekleşiyor ya da gerçekte halen bağlılar. Yani dolanıklar. Big Bang yani büyük patlama anında her şeyin dolanık olduğu düşünülürse demek ki her şey birbiriyle temas halinde. Kuantum Mekaniği diyor ki fiziksel bir nesnenin seyahati tarif edilemez. Sadece elektronların nerede konumlanabileceği hakkında konuşabiliriz. Bunun garipliğini şöyle açıklayabiliriz; eğer bir bozuk parayı döndürürseniz, dönme boyunca kararsız kalacaktır fakat eğer onu durdurursanız yazı ya da tura olmasına zorlamış olursunuz. Durdurmadan önce ne yazıydı ne de tura, ikisinin karışımıydı. Bohr ve destekçileri elektronun bu şekilde davrandığını iddia ettiler. Bir anlamda, para dönüşü sırasında hem yazı hem turadır aynı ışık gibi. Bohr elektronun nerede olduğunu ölçene kadar asla bilemeyeceğimizi iddia ediyordu ve bunu sadece elektronun nerede olduğunu bilmemiz değil garip bir şekilde elektronun aynı anda her yerde olmasıydı. Elektronların gerçeğin en basit yapı taşlarından biri olduğunu unutmamak lazım. Bohr diyor ki; sadece elektronlara bakarak sihirli bir şekilde pozisyonlarını var ediyoruz. Bu da gerçekliğin olmadığını sadece potansiyel olarak var olduğu anlamına geliyor. Gerçeklik sadece ona baktığımız zaman var oluyordu. İkna edici gibi olabilir ancak birçok bilim insanı bu teoriyi keskin bir şekilde reddetti, bunların başında da Albert Einstein geliyordu. Bohr ve Einstein kuantum mekaniğinin gerçeklikten vazgeçmek ya da vazgeçmemek olduğu konusunda ateşli bir tartışmaya girdiler. Bohr’un teorisine göre biz ölçene kadar her iki bozuk para da döndükleri sürece ne yazıdır ne de turadır hatta yazı ve tura varolmuş bile değildirler. İşi biraz daha garipleştirelim öyleyse, ilk madeni parayı durdurduğumuzda tura gelmesiyle Dolanıklık prensibiyle birbirlerine bağlı olduklarından diğer para da eş zamanlı olarak yazı gelir. En ilginç kısım ise paranın ne geleceğini tahmin edememizdir. Tek bildiğimiz şey daima birbirlerinin zıttı sonuç verecekler. Einstein ışıktan bile hızlı gelişen bu iletişime inanmayı reddetti. Kendi kuramı görecelik hiçbir şeyin hatta bilginin bile ışıktan hızlı hareket edemeyeceğini söylüyordu. Peki madeni para nasıl olurda diğerinin durduğunu bilebilirdi? Einstein’’ın fikri ise daha açıktı. Bunu daha kolay anlayabilmek için bozuk paraları değil de iki adet eldiven kullanalım, iki eldiveni farklı kutulara koyalım. Eğer ki bir kutuyu açtığımız da karşımıza çıkan sol teki ise diğeri de haliyle sağ teki olur. Yani bunun için birbirleriyle iletişime geçmeleri gerekmez. Baştan beri sağ ve sol vardı, kısacası gözlemcinin değiştirdiği bir durum yoktu. Değişen tek şeyse bizim buna dair olan bilgimiz. Peki gerçeğin hangi açıklaması doğru? Bohr’un baktığımız anda gerçekliğe dönüşen ve büyülü bir şekilde iletişimde olan paraları mı yoksa Einstein’’ın başlangıçtan beri kesinlikle sağ ve sol olarak bulunan eldivenleri mi? İşler karışmaya başladı sanırım. Hazır karışmaya başlamışken bu durumu gerçekliklerimizi sarsacak kadar ileri götürelim. Japonya’’da yapılan bir araştırma da bilgi yüklenen birçok su damlası eksi 25 derecede donduruldu ve daha sonra eksi 5 derecede bir yere konularak mikroskobik fotoğrafları çekildi. Sonuç çok ama çok şaşırtıcıydı. Kötü bilgiler yüklenen yani küfür ve hakaretler edilen su damlacıklarının şekli kötüyken, iyi bilgiler yani teşekkür ederim, seni seviyorum gibi şeyler söylenen suların şekli ise harikuladeydi. Bazı Princeton araştırmacıları rastgele makineler çalışırken de bu durum gerçekleşir mi sorusuyla yola çıkarak bir deney yaptılar. Deney de ses bantları kullanıldı. Bantta sol ve sağ kulakta tıklamalar vardı ve hiç kimse dinlemezken parça çalındı. Sonrasındaysa katılımcıya bunu eve götürüp dinlemesi ve sol kulağa gelen tıklamaların sayısını sadece dinleyerek arttırması istendi. Katılımcı isteneni yaptı ve bandı araştırmacılara geri verdi. Araştırmacılar bandı dinlediğindeyse hayretlerini gizleyemediler, bantta gerçekten de sol kulağa gelen tıklamaların sayısı daha fazlaydı. Katılımcı bandı dinlediğinde sadece o an etkisinde kalmamış zamanda geri giderek kayıt anında değişikliğe neden olmuştu. Dünya’nın katı şeylerden yapılı olduğu öğretildi bizlere. Maddeden, kütleden, atomdan…… Atomlar molekülü, moleküllerde maddeyi oluşturur ve her şey de bundan ibarettir. Ancak atomlar büyük ölçüde boştur. Örneğin bir basketbol atomun çekirdeği olsaydı çevresinde dönen atomlar kabaca 30 km uzaklıkta olurlardı. Daha küçüğe bakıldığında uzay-zaman geometrisinin en temel düzeyine ulaşırız. Evrenin kusursuz yüzeyine ineriz. Burada bilgi ve bir düzen vardır, buna Planck Ölçeği denir ve evrenin dokusunu oluşturur. Bu seviyede büyük patlamadan bu yana olan bilgi bulunur. Evrenin yani maddenin büyük çoğunluğu boşluktur. Fiziğin temel sayılan denklemleri vardır ve fiziğin temel denklemlerinde zamanın tersine simetri özelliği vardır. Yani bir süreç bu yasalara uygunsa bunun tersi de bu yasalara uygundur. Bu da şu demek oluyor; İnsanlar yaşlandığı kadar gençleşebilir, geçmişin bilgisine nasıl erişebiliyorsak, geleceğin bilgisine de erişebiliriz. Kuantum fikri uzun zamandır var ancak geleceğin şu anı etkileyebilmesi fikri insanlara hala uzak ve akıl almaz olarak görünüyor. Geçmişin şimdiyle sebep sonuç ilişkisine inanıyoruz. Topu tutarım, bırakırım ve yere düşer. Bırakmak neden, düşmekte sonuçtur. Peki topu bırakmamın nedeni yer olabilir mi? Zamanda ileri gidilebildiği fikri sadece bilinçli beynimizdedir. Kuantum dünyasında zamanda geriye de gidilebilir. Beyinde bazı şeylerin geriye doğru işlendiğine dair ip uçları mevcut. Örneğin 1970’lerin sonlarında California Üniversitesi’nde çok ilginç deneyler yapıldı. Beyin ameliyatı yapılan hastaların kafa derilerine lokal anesteziyle kafa tasları açılır. Bu sırada hastalar uyanık ve beyin faaliyetleri çalışmaktadır. Yapılan deney ise küçük parmakları uyarıp, duyusal kortekste ilgili bölgede ki tepkiye bakılıyor, bunu elektrikle kaydediyor sonrasında hastaya hissedip, hissetmediği soruluyor. Ayrıca korteksin bu bölümünü de uyarıyordu. Şöyle düşünebilirsiniz küçük parmağı uyardığımızda bunun korteksin diğer tarafına gitmesi bir süre alır, böylece hasta uyarıdan kısa bir süre sonra onu hissedecektir. Korteksi eğer doğrudan uyarırsanız hasta bunu hemen bildirecektir. Normalde olması beklenen budur ancak bunun tam tersi oluyor ve hastanın küçük parmağı uyarılınca hasta hemen hissediyor, korteksi uyarıldığındaysa gecikmeli bir şekilde hissediyor. Deney tekrar tekrar yapıldıktan sonra araştırmacılar bilginin bir şekilde zamanda geriye yansıtıldığı sonucuna vardılar. Bazı araştırmalarda görüldü ki insan elini oynatmaya veya bir şey yapmaya başlarken daha ne yapmaya çalıştığının bilincine varmadan beyinde belli sinir hücrelerinde bazı etkinlikler oluyor. Yani, sanki önce yapıyor sonra karar veriyormuşuz gibi. 1960’lı yıllardan günümüze yüzlerce kez yapılan başka bir deney daha var. Rastgele 1 ve 0’lardan oluşan bir dizi oluşturan makineye sadece düşünceyle 1 ya da 0’ı daha fazla getirtebilmek. Tüm deney sonuçları ve araştırmalar, 1 veya 0 istenmesinin sonuca net bir şekilde etkisinin olduğunu göstermiştir. Makineden daha fazla 1 isterseniz makine bir şekilde karşınıza 1’lerin çok olduğu bir dizi çıkartıyor. Akla hemen şu soru geliyor tabi ki insanlar dünyanın gerçekliğini etkileyebiliyor mu? Bunun cevabı evet. Her insan gördüğü gerçekliği etkiliyor. Bizi diğer türlerden ayıran şey Frontal Lobun beynin geri kalanına oranıdır. Frontal Lob dikkat, planlama, dürtü kontrolü, empati, organizasyon, muhakeme yeteneği..vs. gibi fonksiyonları vardır. Beyin, nöron denilen minik sinir hücrelerinden oluşur, bunların diğerleriyle birleşip nöron ağları oluşturan minik dalları vardır. Her bağlanma beyin için bir bilgiyi ifade eder. Beyin gördüğüyle, hatırladığı arasındaki farkı asla bilmez çünkü aynı sinir ağları ateşlenir. Zihinsel bir prova yapar ve bu yetimizi kullanırsak beyin devrelerinin geliştiği görülür. Hiçbir dini metinde düşünce önemsizdir yazmaz. Dua ve niyet dinlerin en büyük gerçeklikleridir. Bunun nasıl işe yaradığını açıklamaksa Kuantum Mekaniği ve gözlemcinin işidir. Düşünceyi eğer her şeyden daha gerçek yapabilirsek, ki beyin bunu yapabilir. Frontal Lob düşünceyi uzun zaman tutmamızı sağlar, zaman ve mekan algısı ortadan kalkar ve bu da Kuantum alanına girdiğimiz, düşünceyi her şeyden daha gerçek kıldığımız bir andır. Bu Dolanık Evren kavramını alıp, insan deneyimine uyarlarsanız bu kendini acaba nasıl gösterir? Eğer başka bir zihinle bağlantı oluşturulursa buna telepati, başka yerde ki bir nesneyle bağlantı varsa durugörü, zamanı aşan bir bağlantı varsa buna kehanet, düşünce gücüyle cisimleri hareket ettirme olayını ise telekinezi olarak adlandırıyoruz. Böyle sayabileceğimiz 10-12 psişik deneyim türü daha var bildiğimiz. Fakat bu yalnızca buz dağının görünen küçücük bir kısmı. Evvel zaman içinde” bu sihirli cümle her güzel hikayenin başında tekrarlanır. Peki ya zamanın hikayesi… Zaman şimdiye kadar bizlere bir nehir gibi akışı tek yönlü ve sadece geleceğe doğrudur diye anlatıldı. Size zamanın aslında sanıldığı gibi akmadığını, zaman hakkında bildiğiniz tüm doğruların yanlış olduğunu söylesem! İnanmaz mısınız bana? Gelin zamanın hikayesine hep birlikte bakalım o halde. Akla gelen ilk soru zaman gibi anlaşılması güç bir gizemi nasıl çözüp anlayabileceğimizdir? Bunu yapmanın yollarından en iyisi zamanı ölçmektir. Bunu geçmişten geleceğe birçok saat çeşidi kullanarak ve her geçen gün daha doğru ölçümler alarak birçok kez yaptık. Klasik fiziğin babası olarak gösterilen Newton’a göre zaman akıp gider ve onu herhangi bir şekilde değiştiremeyiz. Newton’ın düşüncesi çok doğruymuş gibi geliyor ancak Einstein bunun doğru olmadığını fark etti. Einstein’a göre zaman farklı hızlarda akabiliyordu. Einstein bu buluşu uzay-zaman arasında ki gizli bağlantıyı ortaya çıkardıktan sonra yaptı. Ona göre cismin hızıyla zaman arasında bir bağlantı vardı. Kabaca anlatmak gerekirse; bir arabayla kuzeye doğru 100km/saat hızla gittiğimizi düşünelim 1 saat sonra alacağımız yol 100km’dir. Şimdi de kuzeybatı yönünde 100km/saat hızla gittiğimizi düşünelim, bu sefer ise 1 saat sonunda 100km mesafe kat etmiş olmamıza rağmen kuzey yönünde 100km’ye ulaşamayız. Bunun nedeni hız kuzey ve batı arasında paylaşılmasındandır. İşte Einstein’a göre uzay ile zaman arasında da böyle bir ilişki vardır.Einstein bu buluşla klasik fizikte zaman kavramını tamamen çökertti. Zaman hareket eden birine göre daha yavaş akıyordu. Madem öyle günlük hayatımızda neden bu etkiyi görmüyoruz diye bir soru gelebilir aklımıza. Bunun nedeni Dünya üzerinde yaptığımız düşük hızlarda ki hareketimizin zaman üzerinde ki etkilerinin algılayamayacağımız kadar küçük olmasıdır. Ancak bu etki gerçek ve ölçülebilir. Bunun için ihtiyacınız olan tek şey bir çift atom saati ve bir jet uçağı. Bu deneyi 1971 yılında bilim insanları bir atom saatini dünyanın çevresinde uçurarak yaptılar, sonrasında uçaktaki saat ile yerdeki saat karşılaştırıldı. Einstein’ın da yıllar önce tahmin ettiği gibi iki saat birbirinden farklıydı. Aradaki fark sadece saniyenin birkaç milyarda biri kadardı ancak bu küçük fark Einstein’ın teorisinin kanıtıydı. Bu deney defalarca kez tekrarlandı ve her defasında da sonuç aynıydı. Einstein’ın zaman ile uzayı birleştirmesi, aklımızı zorlayan bir şeyi fark etmesini sağlamıştı. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki keskin ayrımlar sadece bir illüzyon eseriydi. Günlük hayatımızda zamanı sadece akıyormuş gibi algılarız fakat zamanın anlardan ve enstantanelerden meydana geldiğini düşünüp her olayın, anların birbiri ardına dizilmesi olarak düşünülmesi Einstein’ın düşüncesini anlamanıza yardımcı olacaktır. Zamanı bir ekmek olarak ele alalım. Ekmeğin her bir ince dilimini de şimdi olarak düşünelim, dilimler ardı ardına gelerek zamanı oluşturduklarını farz edelim. Diyelim ki ekmeği düz bir şekilde kestik, kestiğimiz yerde herkes için tek bir an vardır, başka bir yerden kesersek bu sefer herkes için başka bir an vardır. Kısacası ekmeği kestiğimiz yerler zamanda ki farklı anlardır. Bu Newton’ın klasik fiziğine göre zamanın 2 boyutlu uyarlamasıdır. Burada ekmeği bir çizgi gibi görüp herhangi bir noktasını da “an” olarak ele aldık. Şimdi de Einstein’ın meşhur teorisine dönelim. Yani cisimler hızlanırsa zaman yavaşlar teorisine. Bunun yanında zamanla-uzayı birleştirelim ve 3 boyuta (genişlik, uzunluk, derinlik) zamanı da katarak evrenin boyut sayısını 4’e çıkartalım. Demin anlattığımız örneği bu sefer hızlanmış bir cisim ile deneyelim. Bu kez zamanı 3 boyuta uyarlıyoruz. Ekmeğin uzunluğu 1. boyut, genişliği 2. boyut ve derinliği de 3. boyut alıyoruz. Eğer ki hızlandıkça zaman yavaşlıyorsa o halde ekmeği düz değil, açılı bir şekilde kesmiş oluruz ve ekmeği açılı bir şekilde kesersek, belki hızlanan cismin hemen yanındakiler çok etkilenmez fakat açı ekmeğin diğer kısmına gittiğinde büyük bir fark oluşturur. Daha basit anlatacak olursak; eğer bir cisim hızlanırsa uzayın uzak noktasında ki andan daha ileride olur. Meydana gelmiş ve gelecek olan her şey aslında var demektir. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki fark sadece illüzyondan ibarettir. Peki zamanda yolculuk yapılabilir mi? Evet, teorik olarak yapılabilir. Hızın yanında kütle çekim kuvvetinin de zamanı bükebilme özelliği vardır. Çekim kuvveti ne kadar güçlüyse zamanda o kadar yavaşlar. Dünya’da bu etki fark edemeyeceğimiz kadar küçüktür ama yine de vardır. Bir gökdelenin en üst katında oturan biri en alttaki birine göre zamanı daha yavaş geçiyormuş gibi algılar. Bunun sebebi yerden uzak olmasıdır. Eğer bir karadeliğe yolculuk edebilseydik bunun zamana büyük etkisi olurdu. Yıldızların sönmesinden sonra ki hallerine karadelik denir ve çok güçlü bir çekim gücüne sahiptirler. Kara deliğe yolculuk eden biri zamanın çok ama çok yavaşladığını görecektir. Kara deliğin boyutlarına ve ne kadar yaklaşıldığına bağlı olmak şartıyla, kara delikte 1-2 dakikalık kalınması Dünya’da 50 yıl gibi bir süreye tekabül edebilir. Böylece Dünya’da geleceğe gidilebilir. Ya geçmişe doğru yolculuk? Bu da Einstein’ın solucan deliği dediği şeylerle mümkün olabilir. Solucan delikleri eğer gerçekten varsa bunlar uzay-zaman içerisindeki kestirme yollardır. Bunlar sadece 2 mekanı değil, 2 zamanı da bağlarlar. Madem geçmişe gitmek mümkün o halde neden gelecekten gelen turistlerle karşılaşmıyoruz? Şimdilik solucan deliklerinin varlığı henüz kanıtlanabilmiş değil bu da geçmişe yolculuğu muallakta olduğunu gösterir, en azından şimdilik. Fizik yasaları; geçmişten günümüze defalarca kez gözlemlenmiş ve bunun matematiğe dökülmüş halleridir ve hiçbir fizik yasası zamanın tek yönlü olduğunu söylemez. Bu yasalar zaman ileri akıyorken de geri doğu akıyorken de geçerliliklerini korur. Günlük hayatımızda buna pek ihtimal vermesekte, fizik kanunları bunun mümkün olabildiğini gösteriyor. Elinde ki bir bardağı yere bırakırsanız bunun sonucunun ne olduğunu bilirsiniz. Bardak yere düşer ve kırılır. Bunu geri çevirmek çok saçma gibi duruyor ama fizik kurallarına göre bu yapılabilir. Yapılması gereken tek hareket her şeyin hızını geri çevirmektir. İyi de neden hiç böyle bir şey görmüyoruz diyebilirsiniz. Bunun sebebi entropiden geçiyor, entropi kısaca; düzensizlik demektir ve evrende her şey düzenden düzensizliğe gitmeye eğilimlidir. Yani elinize bir deste kağıt alıp havaya atarsanız, yere düştüklerinde muhtemelen dağınık bir şekilde olacaklardır. Bunların attığınız sırayla düşme ihtimali 1 iken, diğer ihtimaller sonsuzdur. Baktığımız her yerde entropinin örneklerini görürüz. Eğer entropi artıyorsa, bunu tersine çevirip ilk haline gidersek yani entropinin en düşük olduğu ana… İşte o anın evrenin başlangıcı yani Big Bang olduğunu söyleyebiliriz. Entropi neden azdı gibi birçok soru hala cevaplanmayı bekliyor ancak şunu söyleyebiliriz ki zamanın tek yönlü ilerlemesinin nedeni Big Bang’dir. Belki de zamanı tek yönlü görüyor olmamızın sebebi doğanın daha büyük bir düzensizliğe doğru gitme eğilimidir. Kısaca şu bardak örneğinde olduğu gibi kırılan bardağı hızları geri çevirerek eski haline getirebiliriz ancak hayal edebildiğiniz üzere bunu yapmak imkansızı istemek gibi bir şeydir. Zaman da geri döndürülebilir fakat bahsettiğimiz entropi nedeniyle bardakta olduğu gibi cam parçaları hızla çevreye savrulmakta ve bunun geri döndürülmesi teorik olarak her ne kadar mümkün gibi gözükse de pratikte şimdilik pek mümkün gözükmüyor. Evrenin neden bu kadar düzenli bir durumda başladığını ise henüz bilmiyoruz. Peki zamanın bir başlangıcı varsa ve düzensizlik sürekli artıyorsa bu bir sonunda olacağın anlamına gelmiyor mu? Çok uzak bir gelecekte evren nasıl bir yer olacak? Yakın zamanda yapılan keşifler bu duruma ışık tutuyor. Big Bang etkisini uzayın dışına doğru yöneltti, evren bunun bir sonucu olarak hala genişlemektedir. Pek çok kişi yakın zamana kadar bu genişlemenin yavaşladığını düşünüyordu. Fakat bilim insanları bunun tam tersini yani evrenin hızlanarak genişlediğini keşfettiler. Zamanın sonuna gelecek olursak, evrene eninde sonunda kara delikler hakim olacak sonrasında onlarda buharlaşacak geriye uzayda dönüp dolaşan parçacıklardan başka bir şey kalmayacak. Sanırım kötü bir son ama merak etmeyin bunları ne siz ne torunlarınız ne de torunlarınızın torunları görecek. Şimdilik arkanıza yaslanıp keyfinize bakabilirsiniz. Zaman, evren ve gerçeklik kavramlarını yeniden gözden geçirmemize neden olacak kadar büyük bir şeyi acaba yaşamımızda kullanabilir miyiz? Evet, Kuantum her şeyi yeniden yorumlamamıza neden oldu. Gözlemci her şeyi değiştiriyor, herkes gerçekliği kendi yaratıyordu. Dünya’mızı olasılıklar yönetiyor ve zaman, hiçte sandığımız gibi tek yöne doğru akmıyordu. Peki ama tüm bu uçuk fikirler nasıl hayatımıza girecek? 1967 yılında John Clauser adında ki bir bilim adamı astrofizik konusunda doktorasını tamamlamak üzereydi. Seçtiği konu ise Kuantum Mekaniği oldu. Clauser doktora çalışmalarını yaparken ünlü bir fizikçi olan John Bell’in el yazısıyla yazılmış bir nota rastladı. Bell’in neredeyse tanınmayacak yazısında Einstein ile Bohr arasındaki savaşın galibini belirleyebilecek bir yol bulmuş gibiydi. Yazıyı okuyan Clauser, Bell’in dolanık moleküllerin gerçekten hayali bir şekilde iletişim kurup kurmadıklarını ya da bir çift eldiven gibi aralarında herhangi bir ilişki olup olmadığının nasıl ifade edilebileceğini keşfettiğini gördü. Bunun da ötesinde Bell biraz matematik kullanarak, eğer hayali bir olay yoksa Kuantum Mekaniği’’nin tek başına eksik olduğunu gösterdi. Bell bir teorisyendi fakat yazdıkları birçok dolanık molekülü oluşturan ve karşılaştırabilen bir makine yapılabilinirse sorunun cevabının bulunacağını gösterdi. Clauser bu makineyi hemen yapmaya koyuldu. Clauser’ın makinesi binlerce dolanık molekülü ölçebiliyor ve çok farklı şekillerde kıyaslayabiliyordu. Sonuçlar gelmeye başladığında Clauser çok şaşırdı ve bu durum onu pekte mutlu etmedi. Çünkü onun düşündüğü sonuçların tam tersi geliyordu deneylerde. Clauser defalarca kez deneyleri tekrarlamasına rağmen hep aynı sonuçlarla karşılaştı. Ardından başka bilim adamları deney düzeneğini daha da geliştirerek deneylere devam ettiler. Geliştirilen deney düzeneğine göre, diğerini etkileyen moleküllerden birini ölçmenin tek yolu birbirlerinin arasında ışık hızından daha hızlı bir yolculuk yapan sinyallerden geçebilirdi. Ancak Einstein, görelilik kuramında bunun mümkün olamayacağını bizzat göstermişti. Kalan tek açıklamaysa hayali bir olaydı. Deneyin sonuçlarına göre Kuantum Mekaniği matematiği doğruydu. Sonuçlarla birlikte bu konuda ki kuşkuların tamamı neredeyse ortadan kalktı. Yani dolanıklık diye bir şey vardı ve bir dolanık molekülü ölçmek diğerini aniden etkiliyordu. Einstein’ın imkansız olarak düşündüğü uzak mesafede ki hayali olay gerçekten de oluyordu. Peki bu dolanıklık olayını teknolojik anlamda kullanabilir miyiz? İnsanlığın muhtemelen en büyük hayali ışınlanmadır. Yani bir yerden başka bir yere geçerken arada ki boşluğu kullanmadan yolculuk yapmak, tıpkı elektronların bir yörüngeden diğerine sıçramaları gibi. Işınlanmak İçin Dolanıklığı Kullanabilir Miyiz Acaba? Afrika açıklarındaki Kanarya Adaları’’nda bu konuda deneyler yapılmaya çoktan başlandı bile. Bu deneyler küçük molekülleri, dolanıklığı kullanarak ışınlamayı amaçlıyor. Dolanık fotonlardan biri laboratuarda kalırken diğeri adanın diğer tarafında ki başka bir laboratuara lazerli bir teleskop ile gönderiliyor. Ardından ışınlamak istenilen üçüncü bir foton getiriliyor ve onu ilk laboratuarda ki foton ile etkileşime sokuyor. İşin harika kısmı ise burada başlıyor. Etkileşime sokulan foton dolanık foton vasıtasıyla diğer laboratuarda birebir üçüncü fotonun aynısını ortaya çıkarıyor. Bu üçüncü foton arada ki boşlukta seyahat etmeden yani ışınlanarak diğer laboratuara gidiyordu. Peki bu daha da ileri götürülüp molekül ışınlama hatta ve hatta madde ışınlamaya kadar gider mi? Bizde atomlardan oluştuğumuza göre bir gün biz de ışınlanabilir miyiz acaba? Dolanık moleküller sayesinde bu mümkün olabilir. Bunun için biri bulunduğumuz yerde diğeri ise gitmek istediğimiz yerde olmak üzere iki adet dolanık moleküllerden oluşan odacığa ihtiyacımız var. Bu odacıkta vücüdumuzda ki tüm moleküller bir bilgisayar tarafından taranır. Ardından taranan ve depolanan bilgi diğer odacığa yollanır ve dolanıklık sayesinde diğer odacığa ışınlanmış oluruz. Başta da dediğimiz gibi bu moleküllerin bir yerden başka bir yere gitmesiyle alakalı değil sadece başlangıçta ki kuantum durumunun çıkarılması ve diğer odacıkta yeniden yapılandırılmasına olanak sağlamasıyla ilgili. Günümüzde insan ışınlamadan oldukça uzağız. İnsan ışınlaması olsun ya da olmasın kuantum belirsizliği diğer tüm potansiyel uygulamalara sahip. Bunlardan günümüzde en çok revaçta olan ve üzerine en çok düşünüleni ise kuantum bilgisayarları. Peki Kuantum Bilgisayarları Nasıl Çalışır? Aslında normal bilgisayarlarla aynı dili konuşurlar yani 2’li kod. Bilgisayarların dili bit denilen 0’lar ve 1’lerden oluşan diziler ve algoritmalardır. Normal bir bilgisayar milyonlarca işlemi bu 2’li kodları bir araya getirerek, belirli algoritmalar kullanarak yapar. Aynı şeyi kuantum bilgisayarlarda yapar ancak tek bir farkla. Normal bir bilgisayarda herhangi bir anda 0 ya da 1 olan klasik bitin aksine kuantum biti biraz daha esnektir. Yani kuantum biti ya da Q-Bit aynı anda hem 0 hem de 1 olabilir. Bunun önemi şurada, Q-Bit yardımıyla aynı anda birden çok işlem yapabiliriz. Üstüne bir de bu Q-Bit’lerin nasıl bir araya geldiğini çözebilirsek hesaplama gücü katlanarak daha da mükemmel hale gelebilir. Biliyorum ki aklınız yine fazlasıyla karıştı. O yüzden basit bir örnek vermek yerinde olacak. Dev bir labirent hayal edip rastgele labirentin ortalarında bir yerde de kendiniz olduğunu düşünün. Sizi labirentten çıkarmak için 2 tane de bilgisayarınız olsun. Bir tanesi normal bitleri kullanan günümüzde ki bilgisayar, diğeri ise Q-bitleri kullanan kuantum bilgisayarı. Şimdi gelelim bu iki bilgisayarın nasıl hareket edeceklerine. Normal bilgisayar milyonlarca olasılığı tek tek hesaplayarak yani rastgele ilk yola girer hata yapar, ikinciye girer hata yapar, üçüncüye girer hata yapar bu döngü ta ki bilgisayar doğru yolu bulana kadar gerçekleşir. Günümüzde ki bilgisayarlar sorunları hemen hemen bu şekilde çözer. Çok hızlı işlem yapmalarına rağmen tek seferde sadece bir işlem yapabilirler. Bu da görüldüğü üzere çok zaman alır. Fakat tüm olasılıkları aynı anda deneyebilseydik bu sorunu çok çabuk çözebilirdik. İşte kuantum bilgisayarları bu şekilde çalışır. Moleküller aynı anda birçok yerde olabildiği için bilgisayar çok fazla sayıda yolu ya da çözümü aynı anda araştırıp doğru olanı hemen bulabilir. Kuantum dünyasının güçlerini kullanmada gün geçtikçe daha da iyiye gidiyoruz. Ancak bu teorinin temelinde halen büyük bir boşluk olduğu da aşikardır. Kuantum mekaniğinin gücü ve doğruluğu ortaya çıkmasına rağmen bilim adamları hala bunu anlamakta zorlanıyor. Kimi bilim adamları kuantum denklemlerinde ki bazı detayların eksik olduğunu düşünüyor ve atom altı dünyada çok fazla sayıda olasılık olmasına rağmen eksik olan kısımlar atomlardan büyük dünyada ki nesnelere giden ihtimalleri belirleyebiliyor. Böylece bu küçük dünyada ki olasılıklar dizisinden biri dışında her şey kesin bir sonuçla netleşmiş oluyor. Yani o tek sonuca ulaşabilmemiz için Kuantum’da halen eksik kısımlar olduğu düşünülüyor. Öte yandan bir başka grup fizikçiler kuantum dünyasında var olan olasılıkların hiçbir zaman ortadan kalkmayacağına inanıyor. Her bir olası sonuç gerçekten meydana geliyor olmasına rağmen bizimkine benzer evrende sadece büyük bir kısmı gerçekleşiyor. Fakat gerçeklik hepimizin gördüğü bir evrenin ötesine gidebilir ve durmaksızın kollara ayrılarak her olasılığın gerçekleştiği alternatif dünyalar yaratabilir. Bu kuantum mekaniğinin şimdilik sınır noktası olarak görülüyor ve kimse nereye gideceğini bilmiyor. Kuantum Mekaniği çok ama çok karışık bir konudur. Bunun üzerine binlerce makale, yüzlerce kitap yazıldı. Neredeyse her gün yeni bir teori ortaya atılıyor, asırlık bir geçmişi olsa da Kuantum’u anlamakta hala zorlanıyoruz. Yazdığım beş makalede “Kuantum’”u bu konuda herhangi bir fikri olmayan birinin dahi anlayabileceği şekilde indirgemeye çalıştım, umarım bunu başarabilmişimdir. Benden şimdilik bu kadar……

Oktay Yıldırım

Kaynakça:

EndFragment

  • Joseph Dispenza D.C – Doctor of Chiropractic Degree at Life University

  • Dr. Masaru Emoto – Doctor of Alternative Medicine. Pen İnternational University Japan Director, Messages From Water

  • Stuart Hameroll M.D University of Arizona Toward a Science of Consciousness, Ultimate Computing

  • Andrew Newberg M.D University of Pennsylvania

  • Drean Radin Ph.D University sonoma state

  • William Tiller Ph.D Stanford Universty Department of Materials Science

Comments


© 2016 by boomScience | boomOnLine

  • Grey Instagram Icon
  • Grey Blogger Icon
bottom of page